Constantin Brancusi, 1876`da Romanya’da doğar. 1894`te Krayova`da, Scoala de Meserii (Sanat ve Zanaat Okulu)nda sanat eğitimine başlar. Bu dönemde ahşap yontarak gerçekleştirdiği çalışmalarıyla ün kazanır. 1898 yılında Scoala Nationala Arte Frumoase (Uluslararası Güzel Sanatlar Okulu)nda eğitimini devam ettirmek üzere Bükreş`e gider ve 1902`ye kadar burada kalır. 1904 yılında bir heykel siparişi almasına rağmen sanat eğitimi ağır basar ve 1905’te Paris`e giderek Ecole des Beaux-Arts(Güzel Sanatlar Akademisi)nde eğitimine devam eder.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Paris`te sanatsal açıdan nasıl bir ortam vardır? 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanat adına birçok gelişmenin yaşandığı Paris, yüzyıl sonlarından itibaren sanatın merkezi konumuna gelmiştir. 1870`ler ve 80`ler Paris`i Empresyonistlerin sanat için verdikleri mücadeleye sahne olur. Başlangıçta sanat çevreleri ve kamuoyu tarafından bir hayli yadırganan Empresyonistlerin, amacı aslında sanatın fonksiyonunu değiştirmektir. Doğayı tuvale aynen yansıtmak yerine gözleme, kişisel vizyona, öznelliğe dayanan yapıtlar gerçekleştirmeyi hedeflerler. Paris sanat ortamı, 1890`ların sonlarına doğru Empresyonistlerin sanatını eleştiren farklı görüşteki sanatçılarla bir değişim sürecine girer. Bu sanatçılar (Post-Empresyonistler), Empresyonistlerin sanatının yüzeysel olduğunu, sanatın daha derin anlamlar içermesi gerektiğini öne sürerler. Post-Empresyonistlerden Paul Gaugin, bir sanat eserinin hayal gücünü tetikleyen nitelikte ve izleyeni gerçek yaşamdan uzaklaştıran özellikte olması gerektiğini dile getirir. 1906 yılında, Brancusi’nin Paris`e gelmesinden iki yıl sonra, Gaugin`in retrospektif sergisi açılır. Bu sergi Brancusi`nin sanat anlayışının şekillenmesinde büyük rol oynar. Bu sergiyle birlikte Brancusi farklı kültürlerin sanatın üzerindeki etkisini de keşfeder. Sanatçıyı en çok etkileyen yapıtlar ise Gaugin’in Tahiti’de gerçekleştirdiği primitif nitelikli ahşap heykellerdir.
Empresyonizm ve Post-Empresyonizm; Brancusi`nin Paris`e geldiğinde sanat ortamında sözü edilen akımlardan sadece ikisidir. Gaugin`in sergisinden bir yıl önce, Paris`te sanat adına başka bir oluşum daha söz konusu olmuştur. Matisse ve Derain`in 1905`te başı çektiği bu yeni oluşum Fovizm olarak adlandırılır. Fovlar doğada örneği olmayan ve izleyeni şok edecek derecede parlak renklerle resim yaparlar. Bu özelliklerinden ötürü de sanatçılar Fovlar (Vahşi Hayvanlar) olarak nitelendirilirler. Fovlar da, Empresyonistler ve Post-Empresyonistlerin savunduğu gibi sanatçının amacının doğayı taklit etmek olmadığı görüşündedirler ki bu görüş Brancusi`nin sanatında da egemen düşünce olacaktır.
Brancusi, Paris`e geldiği ilk yıllarda Rodin ile tanışma fırsatını da bulur; hatta bu ünlü Fransız heykel ustası sanatçıyı bir aylığına asistanı olarak yanına alır. Brancusi, bu kısa dönemde Rodin`in mermer heykellerinin yontulması işiyle uğraşır. Heykel yapımında alçıdan ya da kilden bir model yapılarak bu modeli, işinde uzmanlaşmış bir taş ustasına verip mekanik aletler yardımıyla taştan yapma işi gelenekselleşmiş bir yöntemdir. Oysaki Brancusi bu yöntemi benimsemez ve heykellerini doğrudan doğruya, kalıp çıkarmadan kendi yontar. (Bu durum sanatçının mermer, kireçtaşı ve ahşap heykelleri için geçerlidir; bronz heykellerini gerçekleştirmek için kalıp çıkarmak zorunluluğu vardır.) Doğrudan doğruya malzeme yontma yöntemi sanatçının çalıştığı malzemeyi çok iyi tanıması gerektiğini de öngörmektedir. Çalıştığı malzemenin özelliklerini bilen sanatçı, yapıtının son halinin nasıl görüneceğini önceden kestirebilme imkânına da sahip olur. Yapıtlarını kalıp kullanmadan, doğrudan yontarak gerçekleştirme yöntemi Brancusi’yi Rönesans’tan buyana unutulmaya yüz tutan zanaatçiliğe de yakınlaştırır. Ortaçağın ustaları, zanaatkârları yaptıkları işlerde inanç ve onurla çalışmışlardır. Zanaatkâr, ruhani bir rol üstlenmiştir. Brancusi`yi de cezbeden de işin bu yönüdür. Ortaçağ idealine uygunluk ya da ona öykünme olgusu 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de “Arts and Crafts” hareketi ile sözkonusu olmakla birlikte 20. yüzyılın başlarından itibaren tüm Avrupa’da önemini devam ettirmiştir. 1907 yılında, Brancusi’nin Rodin`in yanında çalıştığı dönemde Almanya’da Ekspresyonist sanatçılardan oluşan “Die Brücke” grubu da Ortaçağ ustalarından etkilenirler. Gerçekleştirdikleri ahşap işlerde geleneksele zıt, tıpkı bir Ortaçağ ustasında olduğu gibi direkt, dürüst ve dışavurumcu bir sanatçı tutumu sergilerler.
Dünyanın Başlangıcı
1907 yılında Paris sanat ortamına, Picasso’nun “Avignon’lu Kadınlar”ı damgasını vurur. Bu yapıt neden bu denli yankı uyandırmıştır? Bunun nedenlerinden biri Picasso’nun Avignon’lu kadınlarından ikisinin yüzünü Afrika’lı kabilelere ait maskelere öykünerek yapmasındandır. Tıpkı Gaugin gibi Picasso da Avrupa’nın geleneksel sanat anlayışının dışında, izleyeni derinden etkileyecek görünümler oluşturmayı amaçlar. İkisinin de seçtiği yol primitivizmdir. Bu dönemde Matisse ve Appolinaire(şair) gibi Paris’teki birçok sanatçı da primitif kültürlerin ürettikleri sanata ilgi duyarlar. Hatta maske ve heykel gibi bu kültürlere ait çeşitli sanat eserleri koleksiyonculuğu da başlar. Brancusi de primitif kültürlerin sanatına yakınlık duyanlardandır. 1909 yılında tanıştığı Modigliani ile birlikte etnografya müzelerini gezerler. Her iki sanatçı da gördükleri maskelerin ve heykellerin yüz hatlarının basite indirgenmiş görünümünden (öyle ki bir çift göz iki küçük kare olarak belirlenebilmektedir) ve sembolik tasvirinden oldukça etkilenirler.
Soyutlama, 20.yüzyılın ilk on yılı içinde kendini gösteren sanat adına önemli bir tavırdır. Doğa taklidinden sıyrılıp, sanatın izleyiciyi görünenden alarak hayal dünyasının derinliklerine taşıması gerekliliğini savunan Gaugin’in bu görüşü Kandinsky, Malevich, Gabo ve Mondrian gibi bazı sanatçılar tarafından benimsenerek geliştirilir. Bu sanatçılara göre sanat dünyevi gerçekliği değil ruhani gerçekliği yansıtmalıdır. Bu dünyanın ötesindeki gerçeklik ise ancak soyutlama ile sözkonusu olabilir. Brancusi de soyutlama yapan sanatçıların yolundan, doğadan soyutlama yolundan gider. Ancak sanatçı sanatının soyut sanat olmadığını belirtmektedir. Şöyle der:
“Çalışmalarımı soyut olarak nitelendiren bazı embesiller var. Onların soyut diye adlandırdıkları, “en gerçek” olandır. Çünkü “en gerçek olan”, dış görüm değil fikirdir, “şeylerin özü”dür”.Klasik Mitoloji ve Efsaneleri konu alan yapıtlar; Brancusi`nin gerçekleştirdiği yapıtlar arasındadır. Erken tarihli örneklerden Prometheus, Yunan mitosunun önemli karakterlerinden birinin başıdır. Mitos`a göre Prometheus, ateşi tanrılardan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuştur. Bilinç ve özgürlük; Prometheus bu değerler doğrultusunda hareket etmiştir ve cezasını çekmeye de razıdır. Brancusi’nin bu mitolojik kahramanı konu olarak seçmesinin nedeni nedir? Prometheus’un aldığı cezayı ya da çektiği azabı izleyiciye yansıtmak için mi bu konuyu seçmiştir? Tabii ki hayır. Brancusi`yi bu öyküyü seçmeye yönelten artistik yaratımın önemli değerlerinden ikisi olan bilinç ve özgürlük kavramlarıdır. Ayrıca Brancusi`nin Yunan sanatının idealize edilmiş formlarına olan ilgisi de bu konuyu seçmesine neden olmuştur. Brancusi Prometheus`u yontarken tüm yüz hatlarını minimuma indirgemiştir; tıpkı yaban kültürlere ait maskelerde gördüğü gibi. Dolayısıyla bu yapıtında pek çok yapıtında olduğu gibi primitif etkiler söz konusudur.
Danaïde, Brancusi`nin, adını Yunan Mitolojisinden alan diğer bir yapıtıdır. Mitosa göre Danaïdes, Argos kralı Danaos`un 50 kızıdır. Kral ile kardeşi Aegyptos’un arası açıktır ve çekişme halindedirler. Aegyptos barışı sağlamak için 50 oğlunu Danaïdes’lere evlenme teklif etmesi için gönderir. Bu iyi niyet karşılığında kral, kızlarına düğün gecelerinde damatları öldürmelerini emreder. Biri hariç tüm kızlar emre uyarlar. Eşlerini öldüren Danaïdes`ler Hades’in (Yeraltı Tanrısı) yanına gönderilerek sonsuza dek sürecek cezaya çarptırılırlar. Babasının emrine karşı çıkan Danaïde ise erdemliliğin sembolü olur. Brancusi’nin bu konuyu seçmesinin sebebi işte bu değerdir: Erdemlilik.
Danaide, sanatçının Macar öğrencisi Margit Pogany`nin yüzüdür aslında. Aynı yüz, birçok yapıtında karşımıza çıkar. Brancusi`nin soyuta giden yoldaki değişimini bu yapıtlardan takip edebilmek mümkündür.
Efsaneler, sanatçının yapıtlarına konu oluşturan diğer esin kaynağıdır. Maiastra, Romanya`da söylenegelen bir efsanenin kahramanıdır. Efsaneye göre Maiastra altın bir kuştur ve mistik güçleri vardır. Sesi, sihirli güçlere sahiptir. Sanatçı bu özelliği yansıtmak amacıyla kuşun gagasını açık olarak yapmıştır. Cilalanmış bronz malzemeden yapılan Maiastra, altın görünümündedir ve zenginliği çağrıştırır. Son derece stilize edilmiş bu çalışmadan sonra Brancusi, biri sarı ve diğeri ise gri-mavi mermerden birkaç Maiastra daha yapar ki sanatçının bir konuyu farklı malzemelerle ve giderek soyuta yaklaşarak tekrar tekrar yapması tipik özelliğidir. 30 adet kuş heykeli gerçekleştiren Brancusi, 1920`lerde mermer malzeme kullanarak yonttuğu Boşluktaki Kuş adlı yapıtıyla soyut heykelin en güzel örneklerinden birini verir. 1930 ve 1940`larda aynı konuyu bu defa bronz kullanarak yineler. 1920 ile 1940`larda gerçekleştirdiği bu yapıtları tamamen soyuttur ve Maiastra`dan sonra yaşanan büyük değişimi gösterirler.
Büyük Horoz, Balık ve Uçan Kaplumbağa Brancusi`nin seriler halinde farklı malzemeler kullanarak gerçekleştirdiği diğer çalışmalarıdır. Sanatçının Balık adlı yapıtı için söylediği birkaç söz, aslında hem kuş, hem horoz hem de kaplumbağa konulu çalışmalarının ardında yatan gerçekleri de açıklar. Şöyle der Brancusi:
“Bir balık gördüğünüzde onun pullarını düşünmezsiniz. Hareketindeki hızı, suyun altında parıldayan yüzeyini düşünürsünüz. Benim anlatmak istediğim de bu…Onun ruhunu yansıtan bir kıvılcım aradım.”Brancusi`nin yüzleri, büstleri ve torsoları; hepsi birden, üslubunun izlenimcilikten daha sadeye oradan da soyuta giden gelişim çizgisini izleyebilmemize olanak veren çalışmalarıdır. Yüzlerden, Uyuyan Çocuk, Uyuyan Esinperisi, Yeni Doğan ve İlk Ağlayış; büstlerinden, Bir Oğlanın Büstü ve Esin Perisi, torsolarından, Erkek Torsosu ve Bir Genç Kızın Torsoso I, sanatçının her birini çeşitli malzemelerle realistten soyuta doğru gerçekleştirdiği yapıtlarıdır.
Sanatçı, yakınlarına ya da çevresinde gördüğü kişilere ait heykeller de yapmıştır. Küçük Fransız Kız, Socrates-ki betimlenen aslında arkadaşı besteci Eric Satie`dir. Socrates adını ona Brancusi takmıştır; kendisine Plato adını taktığı gibi , Nancy Cunard ve Agnes E.Meyer. Sonuncusu hariç tüm heykeller ahşaptan yapılmıştır. Brancusi diğer malzemelerde olduğu gibi bu malzemeyi işlemede de ustadır. Bu ustalığı aslında Romanya’daki tecrübelerine dayanır. Ahşap heykellerinde Romen zanaatçılığının izlerini görmek mümkündür buna göre her heykel birbirinden farklı parçaların birbiri üzerine bindirilmesinden oluşturulmuştur.
Öpücük
Öpücük, ideal birlikteliğin stilize edildiği güzel bir örnek. Rodin`in aynı adlı yapıtından oldukça farklı. Öpüşen çift gerçekçi değil, madde yanılsaması söz konusu değil. Bu yapıt kollarını sevgiyle birbirine dolayarak bir bütün olmuş figürlerin taş üzerine kazındığı bir blok. Brancusi, birçok yapıtında olduğu gibi bu konuyu birkaç kez tekrarlamış. Serinin 1919-20 yılına tarihleneni Paris Montparnasse Mezarlığında, T. Rachevskaia’nın mezar taşı olarak duruyor.
Tevrat’ta geçen olaylar tarih boyunca birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuş. Özellikle de Adem ve Havva’nın hikayesi. Brancusi de aynı hikâyeyi konu alarak bir heykel gerçekleştirmiş. Aslında burada izleyiciye aktarılan konu değil karakterler. Brancusi’nin Adem ve Havva’sı birbiri üzerine yerleştirilmiş iki heykel. İki farklı malzemeden yapılmışlar. Alt tarafta kestane ağacından yapılan Adem(ki cinsel organları tanımlanmıştır) ve üst tarafta meşeden yapılan Havva.
Deneyüstüne, bilinmeyene karşı olan ilgisi sanatçının Dünyanın Başlangıcı adlı yapıtını gerçekleştirmesinde etkili olur. Brancusi’nin bu çalışması, sanatçı her ne kadar “soyut” nitelemesini reddetse de bu anlamda gerçekleştirdiği yapıtlardan en çarpıcı olanıdır. Oval biçimi, Uyuyan Esinperisi’nden dönüştürülerek yapılmıştır. Dünyanın Başlangıcı, basit bir formdur. Bu form kozmik kökenlerle ilgili eski mitleri çağrıştıran ve doğurganlığı sembolize eden bir formdur aslında. Bu yapıt Brancusi’ye göre bir sanat eseri değil, sanatın temelidir, özüdür.
Öpüşme Kapısı
İki savaşı da yaşayan Brancusi savaş konusunu yapıtlarında çok fazla işlememiştir. Kendisi uygun bulunmadığı için askerlik yapamamış; ancak Romanya’nın 1916’da savaşa katılmasından dolayı gurur duyduğunu belirtmiştir. Romanya, Targu Jiu`daki Sessizlik Masası, Öpüşme Kapısı ve Sonsuz Kolon, I.Dünya Savaşı`nda ölen vatandaşlarının anısına gerçekleştirdiği yapıtlardır.
Sonsuz Kolon
Her yapıt bir anlam içerir; ilki, doğumu, ikincisi yaşamı, üçüncüsü ise ölümü sembolize eder. Bu yapıtlar doğumla başlayan, insan hayatında önemli bir dönüm noktası olan yaşam/evlilik/birliktelik ile devam eden ve ölümle sonlanan yaşam hikâyemizin kozmik bir sunumudur aslında.
Brancusi’nin sanatı şiirsel bir sanat olarak tanımlanabilir. Yapıtları, tanınabilir bir nesnenin gerçekçi tasvirinden bir fikir ya da ruh halinin basite indirgenmiş haline doğru gelişme gösterir. Sadelik, onun için sanatın sonu değil, “şeylerin özü"nü bulmaktır. Çalışma metodları, dünya görüşü ve tüm yapıtlarıyla, 20. yüzyılın en önemli, en etkili heykeltıraşları arasında yer alan Brancusi, 1957 yılında ölümünün ardından, yapıtlarındaki saflık, sadelik ve basit geometrik formların kullanımı ile aralarında Carl Andre, Robert Morris ve Donald Judd`un da bulunduğu Minimalistler ve daha birçok sanatçı tarafından örnek alınmış, modern heykelin doğmasında öncü isimlerden biri olma sıfatını kazanmıştır.
Sessizlik Masası